İnsan Neden Zulmeder?
Yalnızca adil insanlar mıdır tarihe damgasını vuran? Elbette ki, hayır. Tarih sayısız zalimin damgasını da taşır. Nemrutlar, Firavunlar, Karunlar, Ebu Cehiller, Yezidler, Maolar, Stalinler, Hitlerler, Mussoliniler tarihin her döneminde az ya da çok sayıda var olmuş ve tarihsel sürecin şekillenmesinde oldukça ciddi bir etki göstermişlerdir. Denilebilir ki, adiller tarihin şekillenmesinde ne kadar etkili olmuşlarsa, zalimler de o kadar etkili olmuşlar, hatta belki de daha fazla etkide bulunmuşlardır.
Diktatör yöneticiler, ceberut ağalar, “kapitalist” zenginler, seri katiller, yağmacılar, talancılar ve daha nice zalimler; ekonomik güce, siyasal iktidara, egemenliğe ve hazza giden yolda kendileri için her şeyi mubah saymışlar, ahlak ve hukuk dışı birçok argümana ve insanlık dışı araç ve yöntemlere başvurmaktan zerrece çekince duymamışlardır. Zalimin zulmü; kimini canından, kimini malından, kimini ırzından, kimini de yerinden, yurdundan etmiş, insanlığı adeta kasıp kavurmuştur.
Bilinmelidir ki, tarihin her dönemine etkili bir biçimde damgasını vurmuş olan zulüm, üzerinde çokça durulması ve ayrıntılı olarak incelenmesi gereken bir fenomendir. Bu noktada asıl olan, zulmün birbirinden elim ve vahim sonuçlarından ziyade, nedenleri üzerinde durmak, özellikle de insanı zulmetmeye iten psikolojik nedenleri etraflı biçimde sorgulamaktır.
Kuşkusuz ve tereddütsüz biçimde savunulabilecek olan şu ki, insanı zulmetmeye iten, akıl mantık almaz ve vicdanlara sığmaz çok çeşitli eylem ve davranışlara sürükleyen psikolojik nedenlerin başında “ihtiras” gelir. Hayata dair herhangi bir şeyi “normal-insani” ya da “medeni” ölçülerin ötesinde, yani ihtirasa varan ölçülerde isteyen bir insan, istediği şeye en yakın zamanda ulaşmak adına, evrensel ve yerel ahlak ve hukuk normlarını, insani değer ve hassasiyetleri her an ezip geçebilir. Sözün özü; bir şeyi ihtiraslı biçimde isteyen birinin, o şeyi elde etme yolunda hiçbir sınır tanımayıp zulmetmesi an meselesidir.
Şundan kesin bir biçimde emin olmak gerekir ki, insanın hayata dair ihtiraslarının kaynağında çoğunlukla “doyumsuzluk” yatar. Doyumsuz bir insanın ihtiraslı olması, ihtiraslarının güdümünde ve hizmetinde bulunması kaçınılmazdır. Servete doymayan, servet biriktirmeyi; yetkiye doymayan, terfi etmeyi; şöhrete doymayan, şöhretin zirvesine tırmanmayı ihtiraslı biçimde istemekten kendini alamaz. Kısacası; doyumsuzluk illetinden kurtulamayan, ihtiras belasını üstünden atamaz.
Kesin bir dille vurgulamak gerekir ki, insanın hayata dair ihtiraslarının kaynağını oluşturan doyumsuzluğun temelinde “vicdani zaaf” bulunur. Sürekli bir biçimde doyumsuzluk göstermek; yetkiye, kuvvete, servete, şöhrete ve daha birçok şeye bir türlü doymamak, vicdani zaafın kaynaklık ettiği bir durumdur. Vicdani zaaf ise, gerekli eğitimi almamış olmanın, yani nitelikli bir insani-ahlaki eğitimden yoksunluğun doğal bir sonucu olarak ortaya çıkar.
Anlatmak istediğimiz kısaca şu ki, zulüm, ihtirasın; ihtiras, doyumsuzluğun; doyumsuzluk, vicdani zaafın; vicdani zaaf ise, nitelikli bir insani-ahlaki eğitimden yoksunluğun sonucudur.
Selçuk AKYÜZ
(Van. Mart 2017)
Ağlama
Ağlama;
Islanıyor
Ve üşüyorum…
Sanki bir morgun ortasına düşüyorum! ..
Ağlama;
Damla damla karanlıkla doluyor,
Doldukça şişiyorum! ..
Ağlama;
Damla damla kezzapla yanıyor,
Yandıkça pişiyorum! ..
Başıma düşüyor tek tek damlalar…
Sersemliyor
Ve yerlere düşüyorum…
Sonrasında toprağı tırmalaya tırmalaya eştikçe eşiyorum!
Yeter, ağlama! ..
Gerçek Şu ki,
Kişi, imanı kadar vicdanlı;
Vicdanı kadar ahlaklı;
Ahlakı kadar insandır…
Aramam
Gün gelir,
An gelir de yüreğinde bulamaz olursam eğer;
Asla ve kat’a başka bir yürekte aramam kendimi! ..
Aramam; çünkü şundan adım gibi eminim:
Mülteci olamam! ..
Gerçek Sanatçılık
Maddi, biyolojik, cinsel ve düşünsel yönlerden olduğu gibi, duygusal yönden de belirli bir doyuma ulaşmış olmanın mutluluğunu ve hazzını yaşamak ister insan. Hiçbir kuşku ve tereddüt yok ki, bu istek onun son derece karmaşık ve çok boyutlu doğasının değişmez gerekleri arasındadır. Diğer yönlerden aradığı doyumu elde etmiş olsa bile, duygusal yönden istediği doyuma henüz ulaşamamış biri, doğal ve kaçınılmaz olarak kendinde sıkıcı ve boğucu bir eksiklik hissedecek ve bu durum “duygusal doyum” gerçekleşinceye dek aralıksız biçimde devam edecektir.
Tartışılamayacak kesinlikte olan şu ki, taklitçilik ya da kopyacılıktan tamamen uzak durup, kendi tarzını oluşturabilen veya “yeni-özgün” eserler üretmeyi başarabilen “gerçek” sanatçılar, insanlarda estetik hazzın uyanmasına, birbirinden tatlı heyecanların ve birbirinden büyük coşkuların yaşanmasına vesile olurlar. Yani, taklitçi olmayan gerçek sanatçılar, kendi tarzlarını oluşturmak ya da yeni-özgün eserler üretmek suretiyle, insanların duygusal bakımdan doyuma ulaşmalarında yadsınması veya hafife alınması hiç de mümkün olmayan bir role sahiptirler.
Bilinmesi gereken şu ki, gerçek sanatçıların insanların duygusal bakımdan doyuma ulaşmalarında büyük işleve sahip yeni-özgün eserleri, ”ilham” ve “sezgi” kaynaklıdır. Kaynağında ilham ve sezgi bulunmayıp, taklit yeteneğine ya da kopya becerisine dayalı olarak vücuda getirilen “sözde” sanat eserlerinin herhangi bir estetik değeri yoktur. Dolayısıyla, bu tür eserler insanları duygusal bakımdan doyurucu nitelikte değildir. O halde, yeni-özgün eserlere kaynaklık ettiği kesinlikle tartışılamaz olan ilham ve sezginin, hangi durum ve koşullarda ortaya çıkabileceğini akılcı biçimde değerlendirmek gerekmektedir.
Şundan şeksiz ve şüphesiz biçimde emin olmak gerekir ki, katı ruhlu olan, diğer bir deyişle, yeterince duyarlı bir ruha sahip olmayan bir kişinin ilhamı son derece sınırlı, sezgisi olabildiğince zayıftır. Dolayısıyla, sanat adına yeni-özgün eserler üretip, insanları duygusal bakımdan doyurabilme ihtimali oldukça düşüktür. Yani, insanların duygusal bakımdan doyuma ulaşmalarını sağlayan yeni-özgün eserlere, zengin bir ilham ile güçlü bir sezgi; zengin bir ilham ile güçlü bir sezgiye ise, yeterli bir duyarlılık kaynaklık eder. Öyleyse, asıl olan; “insanı duyarlı yapan nedir? “ sorusunun cevabını arayıp bulmaktır.
Gerçek olan şu ki, insanı iyiden iyiye duyarlı yapan; vicdanın gelişip, ideal olgunluk düzeyine ulaşmasıdır. Yani, ham ve zayıf vicdana sahip bir insan, vicdanı gelişmediği ve ideal olgunluk düzeyine ulaşmadığı sürece duyarlı olamaz; katı ruhlu olmaktan kurtulamaz. Dolayısıyla, zengin bir ilham ve güçlü bir sezgiye sahip olamaz ve insanları duygusal bakımdan doyurabilecek yeni-özgün eserler üretemez.
Hiç kuşku yok ki, vicdanları zaman içinde geliştirip, ideal olgunluk düzeyine ulaştıracak olan; insani-ahlaki niteliği hiçbir biçimde tartışılamaz bir eğitimdir. Vicdanlar, ancak ve ancak, evrensel ve yerel insani-ahlaki norm ve değerler temelinde dizayn edilmiş bir eğitim sisteminde ideal bir duyarlılığa kaynaklık edecek derecede gelişip olgunlaşabilirler. Aksi takdirde, hamlık ve zayıflıktan kurtulamaz ve ideal bir duyarlılığa kaynaklı edemezler.
Toparlayacak olursak; gerçek sanatçılık, insanları duygusal bakımdan doyurabilecek “yeni-özgün” eserler üretmeyi; yeni-özgün eserler, zengin bir ilham ve güçlü bir sezgiyi; zengin bir ilham ve güçlü bir sezgi, duyarlı olmayı; duyarlı olmak, olgun vicdanı; olgun vicdan ise, evrensel ve yerel “insani-ahlaki “norm ve değerlere dayalı nitelikli bir eğitimi gerekli kılar.
Selçuk AKYÜZ
(Van. Mart 2017)
Blogum Kategorileri
Güncell
Kategoriler
- Blogum (964)
- Makalelerim (23)
- Şiirlerim (935)
- Çilenin Şiirleri (1)
- Duyuru ve Haber (1)
- Hello world (1)
Arşiv
- Ocak 2021 (14)
- Aralık 2020 (7)
- Kasım 2020 (11)
- Ekim 2020 (12)
- Eylül 2020 (4)
- Ağustos 2020 (3)
- Temmuz 2020 (6)
- Haziran 2020 (26)
- Mayıs 2020 (31)
- Nisan 2020 (43)
- Mart 2020 (35)
- Şubat 2020 (10)
- Ocak 2020 (47)
- Aralık 2019 (69)
- Kasım 2019 (36)
- Ekim 2019 (18)
- Eylül 2019 (40)
- Ağustos 2019 (6)
- Temmuz 2019 (21)
- Haziran 2019 (17)
- Mayıs 2019 (10)
- Nisan 2019 (5)
- Mart 2019 (14)
- Şubat 2019 (17)
- Ocak 2019 (22)
- Aralık 2018 (21)
- Kasım 2018 (42)
- Ekim 2018 (102)
- Eylül 2018 (46)
- Ağustos 2018 (11)
- Temmuz 2018 (7)
- Haziran 2018 (1)
- Mayıs 2018 (2)
- Nisan 2018 (3)
- Mart 2018 (4)
- Ocak 2018 (2)
- Aralık 2017 (4)
- Kasım 2017 (5)
- Ekim 2017 (6)
- Eylül 2017 (1)
- Ağustos 2017 (6)
- Temmuz 2017 (3)
- Mayıs 2017 (2)
- Nisan 2017 (1)
- Mart 2017 (5)
- Şubat 2017 (5)
- Ocak 2017 (4)
- Aralık 2016 (1)
- Kasım 2016 (4)
- Ekim 2016 (5)
- Eylül 2016 (2)
- Ağustos 2016 (4)
- Temmuz 2016 (6)
- Haziran 2016 (9)
- Mayıs 2016 (9)
- Nisan 2016 (3)
- Mart 2016 (3)
- Şubat 2016 (4)
- Ocak 2016 (2)
- Aralık 2015 (2)
- Ekim 2015 (2)
- Eylül 2015 (1)
- Ağustos 2015 (6)
- Mayıs 2015 (2)
- Nisan 2015 (1)
- Mart 2015 (12)
- Şubat 2015 (81)
- Kasım 1998 (1)
Popüler Şiirler
- Erimeye Değer - 40.938 Okunma
- Açıldıkça Perdeler - 26.213 Okunma
- Geliyorum Ey Sevgili - 17.521 Okunma
- Kurtulsun Müslüman - 9.475 Okunma
- Web Sitemiz Yayında… - 8.120 Okunma
- İletişim - 4.236 Okunma
- Razıyım - 3.440 Okunma
- Emperyal Zulüm Karşısında Toplumsal Kolektivite Nasıl Sağlanır? - 3.173 Okunma
- Kaçış Yok - 2.901 Okunma
- Hakkımda - 2.710 Okunma