Söndürün Artık
Ortadoğu alev alev, her tarafta yangın var!..
Ey yüreğinde su taşıyanlar;
Dilinizin
Ve kalemin ucuna bağlayın yüreğinizdeki suyu…
Dilinizin
Ve kalemin ucundan su dökün…
Söndürün artık Ortadoğu’yu!..
Yeter artık;
Bıktım, usandım artık gece gündüz yanmaktan!..
Bıktım, kabustan kabusa uyanmaktan!..
Yön Tayini
Kalakalmıştım,
Bulamaz olmuştum yönümü…
Karar verdim
Ve dikiz aynasına diktim en sonunda gözümü…
Dikince gözlerimi, dikkatle bakınca dikiz aynasına;
Önümdeki eğriyi de doğruyu da gördüm
Ve buldum yönümü…
İdealist Toplum Olmak İçin
İdeali olan, yürür; dolayısıyla hep yol alır. İdeali olmayansa, durur; dolayısıyla hep geride kalır. İdealist olan, kendisi için büyük idealler belirleyip, o ideallere kararlılık ve inatla, tavizsizce yürüyen toplumlar, her geçen gün biraz daha yol almaya muktedir olurlar. Haliyle, toplumlar arası yarışta gerilerde kalmaz, sefalet ve zilleti yaşamazlar. Böylesi toplumlar, idealist karaktere sahip olmayıp, yerinde saymayı ya da başkalarını geriden takip etmeyi iyiden iyiye kabullenmiş toplumlardan farklı olarak, kendi kaderlerini kendileri belirler, kendi istikametlerini kendileri tayin ederler. Yani, hiçbir zaman sefalete ve dışa bağımlılık zilletine düşmez, daima aziz ve muhterem olurlar. Öyleyse, “toplumları gerçek anlamda idealist yapan, büyük ideallere azim ve kararlılıkla yürüten başlıca etkenler nelerdir?” sorusuna, akılcı ve tatmin edici bir cevap bulmak son derece önemlidir.
Bilinmelidir ki, toplumları gerçek anlamda idealist yapıp; “muasır medeniyet seviyesine tırmanmak” , “her alanda gelişmişlik standartlarına entegre olmak” , “üretimde çağ atlamak” , “dünya pazarlarında adından çokça söz ettirmek” , “bilim ve teknikte birbirinden özgün çok çeşitli buluşlara imza atmak” , “dünya dengelerine kaydadeğer ölçüde etki edebilmek” , “caydırıcı bir askeri güce sahip olmak” , “küresel ölçekteki pazarlık gücünü maksimize etmek” vb. büyük ideallere, ödünsüz bir kararlılık ve eksilmez bir inatla yürüten, gerekli işlevlere sahip nitelikli bir eğitimdir. Böylesi bir eğitime uzak toplumların, gerçek anlamda idealist bir karaktere sahip olup, büyük ideallere sağlam bir irade ve sarsılmaz bir kararlılıkla yürümeleri asla ve kat’a mümkün değildir.
Evet, toplumlar ancak ve ancak nitelikli bir eğitimle gerçek anlamda idealist olup, büyük ideallere yürüyebilir. Nitelikli bir “insani-ahlaki” değerler eğitimi olmadan, vicdanların olgunlaşması; vicdanlar olgunlaşmadan, toplumu oluşturan bireylerin toplumsal meselelerde yüksek bir duyarlılığa sahip olmaları olanaksızdır. Toplumsal meselelerde duyarlı olmayan bireylerden de, toplumu büyük ideallere taşıma sorumluluğunu ortaya koymaları kesinlikle beklenemez.
Hiçbir kuşku ve tereddüt yok ki, toplumların gerçek anlamda idealist olup, büyük ideallere yürümeleri, nitelikli bir “insani-ahlaki” değerler eğitiminin yanısıra, nitelikli bir akademik, teknik ve sanatsal eğitimi de gerektirir. Nitelikli bir akademik, teknik ve sanatsal eğitimden yoksun toplumlar; potansiyel biçimde sahip oldukları istidatlarının, yetenek ve becerilerinin farkına ve bilincine varamaz ve onları geliştirme fırsatını ve imkanını bulamazlar. Dolayısıyla, “her alanda gelişmişlik standartlarını yakalamak” , “zengin ve güçlü olmak” , “küresel ölçekte geniş bir nüfuz elde etmek” vb. büyük ideallere yürümek için gerekli olan özgüveni kazanamazlar.
Sonuç olarak denilebilir ki, Türk toplumu olarak, eğitim sistemimizde köklü bir revizyona gitmemekte ısrar edip, nitelikli bir “insani-ahlaki” değerler eğitiminden ve nitelikli bir akademik, teknik ve sanatsal eğitimden yoksun kaldığımız sürece, gerçek anlamda idealist olup, büyük ideallere yürümemiz olanaksızdır. Aksini savunmak, ne akıl ve mantıkla, ne de bilimle bağdaşır.
Selçuk AKYÜZ
(Van. Ağustos 2017)
Bilgi Toplumu Olmak
Farklı tarihsel dönemlerin kendilerine özgü dinamikleri vardır. Yani, kişilerin hayatı ve toplumların mukadderatı üzerinde “belirleyici-biçimlendirici” role sahip olan dinamikler zamanla değişmekte, eski dinamiklerin yerini yenileri almaktadır. Kesin olan şu ki, gerek kişiler, gerekse toplumlar, yeni dinamiklere yeterince sahip olmayı ve onları etkili bir biçimde kullanmayı başarabilirlerse, kaydadeğer bir ilerleme sağlayabilir ve gerçek bir varoluş gösterebilirler. Aksi takdirde, her geçen gün biraz daha gerilemeye mahkum; gün be gün etkisizleşip, günün birinde büsbütün silinmeye mecburdurlar.
Artık insanların büyük çoğunluğunun şeksiz ve şüphesiz biçimde kabul ettiği şu ki, içinde bulunduğumuz tarihsel dönemin kendine özgü dinamikleri arasında en öne çıkan, kişilerin ve toplumların hayatı ve mukadderatı üzerinde “belirleyici-biçimlendirici” etkisi en fazla olan dinamik “bilgi”dir. Sözün özü; başlı başına bir fenomen olarak bilgi, çağımızın en temel dinamiğidir.
Çağımızda, diğerlerini gerisinde bırakarak en öne çıkan, yani toplumların mukadderatı üzerinde diğerlerinden daha fazla etkiye sahip olan temel dinamik “bilgi” olduğuna göre, günümüz toplumları, çağın gerektirdiği bilgi birikimine sahip olmayı olanaklı kılacak başlıca koşulları oluşturma yönünde yoğun çaba harcamayı kesinlikle ihmal etmemelidir. Diğer bir deyişle, “bilgi toplumu olmak” neyi gerektiriyorsa, günümüz toplumlarınca eksiksiz ve kusursuz biçimde yapılmalı, bu noktada atalet ve zafiyet gösterilmemelidir. Aksi takdirde, hiçbir alanda kaydadeğer bir ilerleme sağlanamayacağı ve gelişmişlik standartlarına ulaşmanın mümkün olamayacağı tereddütsüz biçimde bilinmelidir.
Evet, bilgi çağındayız; dolayısıyla “bilgi toplumu olmak” günümüz toplumları için bir keyfiyet değil, mecburiyettir. Buna karşın, Türk toplumu ve diğer Ortadoğu toplumları başı çekmek üzere birçok dünya toplumu, çağın gerektirdiği bilgi birikimine ulaşmayı, yani bilgi toplumu olmayı henüz başaramamıştır. Bu durumda, şu soruya akılcı ve tatmin edici bir cevap bulmak gerekir: İletişim ve enformasyon teknolojilerinin gelişmekte sınır tanımadığı günümüzde, bilgisayar ve internet başta olmak üzere kitle iletişim araçları vasıtasıyla arzu edilen her türlü bilgiye çok kısa bir süre içinde ulaşmak mümkün olduğu halde, Türk toplumu da dahil olmak üzere birçok günümüz toplumu, neden çok çeşitli bilgi kaynaklarından yeterli ölçüde yararlanmamakta, neden bilgi toplumu olamamaktadır?
Evet, Türk toplumu da dahil birçok günümüz toplumu, çağın gerektirdiği bilgi birikimine ulaşamamakta, yani bilgi toplumu olmayı başaramamaktadır. Çünkü, bu toplumlar büyük ideallere, büyük bir vizyona sahip değildir. Bilinmelidir ki, dışa bağımlı yaşamayı tamamen benimsemiş ya da başkalarını geriden takip etmeyi iyiden iyiye kanıksamış olup; “her alanda gelişmişlik standartlarını yakalama” , “güçlü ve zengin olma” , “dünya dengelerine yeterince etki edebilme” , “küresel ölçekte pazarlık gücünü iyice artırma” ya da “dünya pazarlarında söz sahibi olma” gibi büyük idealleri bulunmayan toplumlar için, bilgiye ciddi bir ihtiyaç yoktur. Yani, makus kaderine rıza gösterip, büyük ideallerin peşinden koşma kaygısı taşımayan toplumlar, çok şey bilmeye ihtiyaç duymazlar. Dolayısıyla da bilgiyi ısrarla talep etmezler.
Hiçbir kuşku ve tereddüt yok ki, Türk toplumu ve diğer Ortadoğu toplumlarının da aralarında bulunduğu birçok dünya toplumu; aşağılık kompleksinden, yetersizlik ve güçsüzlük duygularından büsbütün sıyrılamadıkları, yani yüksek bir özgüvene sahip olmayı başaramadıkları sürece; gerçek anlamda idealist olamaz, büyük ideallerin peşinden koşamazlar. Sözün kısası; büyük idealler belirleyip, o ideallere kararlılıkla ve ödünsüzce yürümek, herşeyden önce “yüksek bir özgüven” gerektirir. Yüksek düzeyde bir özgüvense, ancak toplum bünyesinde potansiyel biçimde varolan çok çeşitli yetenek ve becerilerin keşfedilip, iyice geliştirilmesini sağlayacak niteliği tartışılmaz bir eğitimin sonucunda ortaya çıkabilir.
Kısaca ifade etmek gerekirse; bilgi toplumu olmak, bilgiyi ısrarla talep etmekle; bilgiyi ısrarla talep etmek, ona fazlaca ihtiyaç duymakla; bilgiye fazlaca ihtiyaç duymak, büyük ideallere yürümekle; büyük ideallere yürümek, yüksek bir özgüvenle; yüksek bir özgüvense, potansiyel yetenek ve becerileri gün yüzüne çıkarıp geliştirecek nitelikli bir eğitimle mümkündür.
Selçuk AKYÜZ
(Van. Ağustos 2017)
Sessiz Çığlık
İşte, yine çığlık…
Her saniye, her salise çığlık!..
Delindi delinecek gönül kulağımın zarı…
Yeter artık!..
Söyleyin o mazluma;
N’olur, söyleyin de gözlerini kapasın!..
Yeter! Gönül kulağımda çığlık yankılanmasın!..
Üreten Toplum Olabilmek
Toplumlar, ürettikleri ölçüde güçlü, dinamik ve bağımsız; üretmeden tükettikleri ölçüde de güçsüz, durağan ve dışa bağımlıdırlar. Tarihteki sayısız örnekle sabit olup, hiçbir biçimde tartışma konusu yapılamaz olan şu ki, üretmemeyi, üretmeden tüketmeyi alışkanlık edinmiş ya da bir yaşam felsefesi olarak benimsemiş olup, bu tutumlarında ısrarcı olmaktan vazgeçmeyen toplumlar, güçsüzlük ve durağanlığa mahkum; dışa bağımlı yaşamaya, yani başkalarına el açıp yardım dileme zilletine düşmeye mecburdurlar. Sözün özü; gerekli dinamiklere sahip olup üretmek, toplumların gerçek anlamda varolabilmeleri ve bekaları açısından hayati önemdedir. Aksini iddia etmenin, akıl ve bilimle bağdaşır yanı yoktur.
Üretmek, toplumların küresel ölçekte gerçek bir varoluş sergileyebilmeleri ve bekaları açısından hayati önemde olduğuna göre; bilim ve teknikte, sanat ve edebiyatta, endüstri ve ticarette, tarım ve hayvancılıkta, kısacası her alanda gerekli üretimi realize etmeyi mümkün kılacak başlıca unsurlar üzerinde durmak, bir keyfiyet değil, mecburiyettir.
Bilinmelidir ki, toplumların çeşitli alanlarda kendileri için gerekli olan üretimi realize etmeleri başlıca iki unsuru gerektirir: Bilgi ve disiplinli çalışma. Kesin olan şu ki, iletişim ve enformasyon çağında yaşıyor olmamız nedeniyle, bilgiye erişim artık sorun olmaktan çıkmış, bilgisayar ve internet başta olmak üzere, kitle iletişim araçları vasıtasıyla ihtiyaç duyulan her türlü bilgiye çok kısa bir süre içinde erişmek mümkün hale gelmiştir. Öyleyse, daha ziyade, çeşitli alanlarda nitelikli üretimi olanaklı kılacak diğer bir unsur olan “disiplinli çalışma” üzerinde durmak yerinde olacaktır.
Hiçbir biçimde karşı konulamaz olan şu ki, “gayri ciddi”, “gayri samimi” ya da “formaliteden ibaret” olan, yani belirli bir disiplinden yoksun olup, “gelişigüzel” biçimde yürütülen çalışmaların nitelikli üretimi doğurması olanaksızdır. Diğer bir deyişle, disiplinli çalışma, ihtiyaç ve beklentilere tam anlamıyla cevap verebilecek nitelikteki üretimin olmazsa olmazı, hatta ön koşuludur. O halde, disiplinli çalışmayı doğuracak durum ve koşulları ya da dinamikleri sorgulamak, oldukça önemli bir gerekliliktir.
Kesinlikle yadsınamayacak gerçek şu ki, gelişkin bir sorumluluk bilinci taşımayan, gerek kişisel iş ve etkinliklerinde, gerekse mensubu bulunduğu toplumla ilişkilerinde sorumlu davranma erdemini göstermeyen bireylerden, nitelikli üretimi doğuracak disiplinli bir çalışma ortaya koymaları beklenemez. Yani; ihtiyaç, talep ve beklentilere tam anlamıyla cevap verebilecek nitelikte bir üretim için gerekli olan disiplinli çalışma, gelişkin bir sorumluluk bilincinin sonucudur.
Emin olunması gereken şu ki, insan, sorumluluk bilincine duyarlılığı ölçüsünde sahiptir. Dolayısıyla, yüksek bir duyarlılığa sahip olmayan birinin, gelişkin bir sorumluluk bilinci taşıması; gerek kendisini, gerekse toplumu ilgilendiren meselelerde yeterince sorumlu davranabilmesi kesinlikle olanaklı değildir. Öyleyse esas olan, toplumu oluşturan bireylerin duyarlılık seviyesini yükseltmektir. Bu da vicdanları olgunlaştıracak bir eğitimi; yani, “insani-ahlaki” norm ve değerlere dayalı nitelikli bir eğitimi gerektirir.
Toparlayacak olursak; üreten toplum olabilmek için, bilginin yanısıra disiplinli çalışmaya; disiplinli çalışma için, gelişkin bir sorumluluk bilincine; gelişkin bir sorumluluk bilinci için, yüksek bir duyarlılığa; yüksek bir duyarlılık içinse, vicdanları olgunlaştıracak nitelikli bir eğitime gereksinim vardır. Aksini iddia etmek, hakkı inkardır.
Selçuk AKYÜZ
(Van. Ağustos 2017)
Blogum Kategorileri
Kategoriler
- Blogum (969)
- Makalelerim (23)
- Şiirlerim (940)
- Çilenin Şiirleri (1)
- Duyuru ve Haber (1)
- Hello world (1)
Arşiv
- Şubat 2021 (4)
- Ocak 2021 (16)
- Aralık 2020 (7)
- Kasım 2020 (11)
- Ekim 2020 (12)
- Eylül 2020 (4)
- Ağustos 2020 (3)
- Temmuz 2020 (6)
- Haziran 2020 (26)
- Mayıs 2020 (31)
- Nisan 2020 (43)
- Mart 2020 (35)
- Şubat 2020 (10)
- Ocak 2020 (47)
- Aralık 2019 (69)
- Kasım 2019 (36)
- Ekim 2019 (18)
- Eylül 2019 (40)
- Ağustos 2019 (6)
- Temmuz 2019 (21)
- Haziran 2019 (17)
- Mayıs 2019 (10)
- Nisan 2019 (5)
- Mart 2019 (14)
- Şubat 2019 (17)
- Ocak 2019 (21)
- Aralık 2018 (21)
- Kasım 2018 (42)
- Ekim 2018 (102)
- Eylül 2018 (46)
- Ağustos 2018 (11)
- Temmuz 2018 (7)
- Haziran 2018 (1)
- Mayıs 2018 (2)
- Nisan 2018 (3)
- Mart 2018 (4)
- Ocak 2018 (2)
- Aralık 2017 (4)
- Kasım 2017 (5)
- Ekim 2017 (6)
- Eylül 2017 (1)
- Ağustos 2017 (6)
- Temmuz 2017 (3)
- Mayıs 2017 (2)
- Nisan 2017 (1)
- Mart 2017 (5)
- Şubat 2017 (5)
- Ocak 2017 (4)
- Aralık 2016 (1)
- Kasım 2016 (4)
- Ekim 2016 (5)
- Eylül 2016 (2)
- Ağustos 2016 (4)
- Temmuz 2016 (6)
- Haziran 2016 (9)
- Mayıs 2016 (9)
- Nisan 2016 (3)
- Mart 2016 (3)
- Şubat 2016 (4)
- Ocak 2016 (2)
- Aralık 2015 (2)
- Ekim 2015 (2)
- Eylül 2015 (1)
- Ağustos 2015 (6)
- Mayıs 2015 (2)
- Nisan 2015 (1)
- Mart 2015 (12)
- Şubat 2015 (81)
- Kasım 1998 (1)
Popüler Şiirler
- Erimeye Değer - 40.944 Okunma
- Açıldıkça Perdeler - 26.332 Okunma
- Geliyorum Ey Sevgili - 17.528 Okunma
- Kurtulsun Müslüman - 9.484 Okunma
- Web Sitemiz Yayında… - 8.160 Okunma
- İletişim - 4.256 Okunma
- Razıyım - 3.447 Okunma
- Emperyal Zulüm Karşısında Toplumsal Kolektivite Nasıl Sağlanır? - 3.179 Okunma
- Kaçış Yok - 2.914 Okunma
- Hakkımda - 2.725 Okunma